This is a SEO version of camia. Click here to view full version
« Previous Page Table of Contents Next Page »Dosya
24 PERSPEKT İ F • SAY I 232 • HAZ İ RAN 2014
sahip değildi, yani Yabancılar Hukuku’na tabiydi-ler. Avrupa Birliği’nin kurulması bu durumu daha da kötüleştirdi. Avrupa Birliği ülkesi vatandaşlığı ve buna bağlı olarak geçerli olan yerel seçim hak-kı, Schengen ve Dublin Anlaşmaları gereğince tümAvrupa, filen duvarlarla çevrildi. Avrupa Bir-liği’ne üye olmayan ülkelerden gelen yabancılar ile Avrupa Birliği üyesi olan yabancılar arasında farklılıklar oluştu. Bu kanuni durum dolayısıyla iki çeşit yabancı sınıfı ortaya çıktı.
Hem yasal hem de sosyal olarak pek de hoş olmayan bu durumda; Alman toplumunun kı-yısında, köşesinde yaşamaya mecbur bırakılan mülteciler dışında, üçüncü ülkelerden gelen ve birçoğu Almanya’da doğup büyümüş olan yaban-cı vatandaşlar da bulunmaktadır.
Diğer tarafta da Avrupa Birliği üyesi bir ülke-ye mensubiyetleri dolayısıyla özel bir statüye sa-hip olan kişiler bulunur. Portekizli, İtalyan veya Yunanlar Almanya’ya göç ettikten altı ay sonra yerel seçimlerde ve Avrupa Parlamentosu Se-çimlerinde aktif ve pasif oy verme hakkına sahip olurlar. Buna karşın, mesela Köln veya Berlin’de doğan ve büyüyen Türkler’in çocukları ancak Al-man vatandaşlığına geçtikten sonra bu hakka sa-hip olabilmektedir.
Bu yasal ayrımcılık göçmenlere hayatın çeşitli alanlarında olumsuz olarak etki eder: İlk olarak bu kişiler temsilî demokrasinin politik sürecin-den genel olarak dışlanmaktadırlar. İkinci olarak sosyal vatandaşlık haklarına erişimleri de kısıt-lanmaktadır. Böylece bazı grupların iş pazarına erişimi ve devletten para yardımı almaları kısıt-lanmaktadır. Oturum alabilmek ve Alman vatan-daşlığına geçiş ancak, çoğu zaman işsizlik parası veya sosyal yardım alamayacak şekilde devlet yardımı haklarından feragat ederek mümkün olabilmektedir. Üçüncü olarak doğrudan yapısal dezavantajların yanı sıra, dolaylı olan yasal çer-çeveler nedeniyle oluşan güvensizlikten kaynak-lanan psikolojik etkiler de mevcuttur. Bu güven-sizlik on yıllardır burada yaşayan göçmenlerin göze batmamaya çalışmaları ve haklarını arama-malarıyla sonuçlanmıştır.
Türk ya da Müslüman göçmen grupların du-rumlarının tartışıldığı münazaralarda “paralel toplum“ kavramı ortaya atılır. Bu tanımla göç-men işçiler, aileleri ve sonradan gelen kuşakların oturduğu bölgeler paralel toplumun yerleşim
yerleri olarak tanımlanır. Bu yerleşim alanla-rı açık bir sınfandırmaya maruz kalmışlardır ve İslami kökten dincilik, yüksek oranda suça yat-kınlık ve güvenli olmayışlarıyla anılan olumsuz bir imaja sahiptirler. Bu tür bir sosyal çevrede ya-şamak, kimsenin tenezzül etmediği değersiz bir bölgede yaşamak demektir.
Berlin Nüfus ve GelişimEnstitüsü’nde yapılan “Kullanılmamış Potansiyel: Almanya’da Enteg-rasyonun Durumu” isimli araştırmada Türkler’in entegrasyona direnen göçmenler olarak odak noktası olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. “Kullanıl-mamış potansiyel” başlığı ilk bakışta pozitif çağ-rışım yapmasına rağmen, aşağıdaki alıntıdan da anlaşılabileceği gibi araştırmada göçmenler ile alakalı tüm bilinen klişeleri görmek mümkündür: “Birçoğu uzun zamandır burada ikamet et-mektedirler, fakat genel olarak Türkiye’nin az ge-lişmiş bölgelerinden geliyor olmanın etkisi hâlâ devam etmektedir: Eski göçmen işçiler genellikle okul ve meslek eğitimi olmayan bir kesimdir ve genç nesil de öğrenim motivasyonundan yok-sundur [...] Bu grubun bir dezavantajı da büyük-lüğüdür: Çünkü bulundukları şehirlerde sayıca o kadar çokturlar ki, kendileri için kolay olanı, yani kendi aralarında kalmayı tercih ederler [...]. Ya-şam tarzlarının bulunulan yere benzemesine en-gel olan paralel toplumlar da bunun sonucunda oluşur.” 1
Yukarıda alıntılanmış kesitte dile getirilen paralel toplum terimi, göçle ilgili belli görüş açı-larını benimsemekte, diğer görüşleri ise dışla-yıp marjinalleştirmektedir. İçinde daha çok belli göçmenlerin ve ekonomik olarak zayıf grupların yaşadığı şehir bölgelerinin çoğunluk toplumu veya orta sınıf tarafından farklılıklarıyla karak-terize edilmesi de dikkat çekicidir. Bu göçmen grup, “noksanlık” ve “zayıfık” terimleri ile ana-liz edilen dağınık sosyal bir oluşum olarak kabul görmekte; buna karşın “çoğunluk toplumu” ya da “orta sınıf” gibi terimler ise tanımlanmamakta, aksine üstü kapalı olarak “normal durum” olarak farz edilmektedir.
İkamet edilen yere göre sınıfandırmalar ise iş aramayı zorlaştırmakta ve yerel işsizliği de ar-tırmaktadır. Çünkü o bölge sakinleri, yaşadıkları yeri, caddeyi ve posta kodunu söyledikleri zaman, iş verenlerin güvensizlik ve ürkekliğine maruz kalmaktadırlar. Bölgesel sınıfandırma ve
This is a SEO version of camia. Click here to view full version
« Previous Page Table of Contents Next Page »