GENÇLİK TEŞKİLATI

“İslami bir zihniyetin inşası ile İslami zemin doğabilir.”

20 Eylül 2016
Çanakkale Şehitleri Anıtı

İslam Toplumu Millî Görüş Gençlik Teşkilatları Üniversiteliler Başkanlığı üç sene boyunca sürecek olan Özel Eğitim çalışmasının ilk yaz kampını Çanakkale’de gerçekleştirdi.

Veysel Pountso, Harun Yapar, Saliha Ertaş, Mücahid Bahçi, Müberra Şimşek, Musa Gür, Sümeyye Eryiğit, Hamza Çimen, Seyhan Şahin, Zehra Atak-Pountso

Gençlik Teşkilatları Üniversiteliler Başkanlığı 2016 Özel Eğitim Yaz Kampı’nı 60 gencin katılımıyla 15-26 Ağustos tarihleri arasında Çanakkale’de gerçekleştirdi. Prof. Dr. Tahsin Görgün, Dr. Hayrettin Nebi Güdekli, Doç. Dr. Metin Aksoy, Yrd. Doç. Dr. Gökhan Bozbaş, İhsan Aktaş, Doç. Dr. Ahmet Uysal, Mahmut Hakkı Akın, Yusuf Kaplan, Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu ve Doç. Dr. İbrahim Güran Yumuşak’ın verdiği seminerler eşliğinde yapılan kampın bir günü de geziye ayrıldı.

Tarih yazıcılığı

Kampta “Dünya tarihi” başlığı altında geçmişten günümüze Batı tarih yazıcılığında dünya tarihi algısı ve tasavvurunun değişimi konusu işlendi. Özellikle 18. yüzyıldan önce dünya tarihi yazarlığının bugüne kıyasla tamamen farklı olduğunu belirten Prof. Dr. Tahsin Görgün, o tarihlerde modernitenin/modern çağın İslam ile birlikte başlatıldığını vurguladı. 19. yüzyıldan itibaren ise Batı’daki dünya tarihine dair anlayış ve söylemlerin değiştiğine işaret eden Görgün, günümüzde dünya genelinde bu anlayışın genel geçer olduğunu belirtti.

Görgün “Batı’daki tarih yazarlığı 19. yüzyılda dönüşüm içine girmiştir. Artık Batılı tarihciler Roma İmparatorluğu’nun kuruluşunu ve yıkılışını esas almış, bu dönemi Orta Çağ olarak adlandırmıştır ve hâl-i hazırda hemen hemen herkesin tarih algısına hükmeden üç çağ tasnîfini oluşturmuştur: Eski Çağ, Orta Çağ ve Yeni Çağ. Artık 18 yüzyıl ve öncesindeki dünya tarihi algısı geçersiz kılınmış ve Batılılar bu tasnifi yaparken dünya tarihi üzerinde her zaman etkin ve var olduklarını kanıtlamaya çalışmıştır.” dedi.

Batılı tarihçilerin artık Batı’nın tarih sahnesinde mühim bir yer tuttuğunu ispatlama çabasında olduklarını belirten Görgün, böylece Osmanlı’nın ve İslam Medeniyeti’nin tarihteki değerini ve önemli konumunu geçen yüzyıllardaki tarih yazımına nazaran bilinçli bir şekilde görmezlikten geldiklerini açıkladı. Böylece Müslümanların 17. yüzyıla kadar süre gelen siyasi ve sosyal üstünlüğü gerçekliği göz ardı edilmiştir. Görgün, Batı’nın Osmanlı ve İslam Medeniyeti’ne karşı algı değişimini 19. yüzyıl ile öncesinde telif edilen dünya tarihiyle ilgili eserlerin hacminin mukayese edildiği taktirde bariz şekilde görüleceğini ifade etti. İslam ve Osmanlı Tarihi daha önce ciltlerce kitaplarda ele alınırken, daha sonra kaleme alınan tarih kitaplarında sadece bir kaç sayfa tahsis edilerek muhtasar biçimde işlenecekti. Görgün’e göre bu durum Batı’nın bilinçli olarak İslam Medeniyeti’nin tarihte üstlenmiş olduğu rolünün geri plana konulmasının bir örneğidir.

Akâid-i Nesefî

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden Dr. Hayrettin Nebi Güdekli ile yaz kampının ilk günlerinde kaynağı kelam ilminden Arapça dilinde aktarılmış olan Ömer en-Nesefî’nin risalesi Akâid-i Nesefî ele alındı. Ehl-i sünnetin temel iman esaslarını içinde barındıran bu metin âlimler tarafından ilmi akaid (inanış ilmi) olarak tanımlanmıştır. Akli ve naklî delillerinden soyutlanarak, itikadı barındıran meselelerde gayet açık ve seçik olması bu akaid metininin bir ayrıcalığını teşkil etmektedir. Nesefî bu kısa risalesinde özellikle şeriat dışı bazı tarikatlar ve tasavvufi hareketler hakkında bilgi aktarmaktadır. İslam camiasında bu metine dayanarak tartışılan bazı konular Dr. Güdekli tarafından dile getirilerek kelam ilminin ehemmiyeti anlatılmıştır.

Avrupa – Türkiye ilişkisi

Kampta Doç. Dr. Metin Aksoy ile birlikte tarihte ve bugünde Avrupa – Türkiye ilişkileri ele alındı. Avrupa Birliği tarihine kısa bir genel bakıştan sonra Türkiye ile ilişkiler, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş süreci işlenirken bu süreçte çoğu zaman Türkiye’nin dış politikasını kendine yoğunlaştırdığı ve kendini diğer İslam ülkelerinden uzak tutmak durumunda olduğu sonucuna varıldı. Metin Aksoy bu durumun sürecin her ilerlemesinde Türkiye’den kendi çıkarına karşı istenilen talepler neticesinde ortaya çıktığını söyledi.

Bu bölümden sonra Alman Sivil Toplum Kuruluşlarını (STK) ve bunların dış politikasında rolü konuşuldu. Almanya’nın dünya “soft power” süper gücü olduğunu ortaya koyulduktan sonra, bunun nasıl siyasi yarara dönüştüğünü anlamak için büyük STK’ları tek tek analiz edildi. Böylece Almanya’nın hiç silah gücü kullanmadan, gelecek dünya entelektüellerini çok sıkı denetlenilen burslarla ve öğrenci/üniversite programları, destekleri ile kendine bağladığı ve gittikleri ülkelerde kendisi için reklam ve imaj oluşturdukları kaydedildi. Almanya’nın burs konusunda 1830 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün kurulmasıyla birlikte yaklaşık iki yüz yıllık tecrübesinin olduğu ve bu sahada Türkiye’nin zaaflarının konuşulmasıyla bu aktüel ve enteresan ders sona erdi.

Mısır

Konya Necmettin Erbakan Üniversitesinden  Yrd. Doç. Dr. Gökhan Bozbaş Özel Eğitim katılımcılarına, Mısır toplumsal ve siyasi yapısını tanıttıktan sonra, Mısır-Türkiye ilişkilerinin tarihî seyri ve Mısır’ın Orta Doğu ve dünya siyasetindeki aktüel konumuna değindi. Bozbaş ayrıca Mısır, Avrupa ve Türkiye’deki Selefi hareketleri ele alan bir sunumla derslerini tamamladı. Bunun yanı sıra kimliğin önemine vurgu yapan Bozbaş, bireysel kimlik, kollektif kimlik ve üst kimlik tanımları ile birlikte Kur’ân-ı Kerîm’in kimlik inşası üzerinden İslami perspektiften işlenilen konuların bağlarını gözler önüne serdi. Selefiliğin bir kimlik meselesi olduğuna vurgu yapan Bozbaş “İslam’ı tercih ederek kültüre karşı geldiklerini iddia ederek” büyük sorunların ve kırılmaların ortaya çıkmasına sebep olduklarını vurguladı. Yine aynı şekilde Mısır’daki toplumsal ve siyasi sorunların özünde yatan kimliksizlik ve kimlik arayışlarındaki problemleri ortaya koyarak dile getiren Gökhan Bozbaş Mısır’da Arap miliyetçiliğinden ziyade “Mısırcılık” anlayışının etkisine dikkat çekti. Mısır’ın siyasi yapısı ve problemlerini şemalarla ve grafiklerle katılımcılara görsel olarak sunarak var olan problemlerin sistem tarafından nasıl meşrulaştırıldığını anlattı. Öğrencileri yeni bir bakış açısı ile okumalara tekrar teşvik eden Bozbaş, Türkçe olarak yazmaya teşvik ederek derslerini tamamladı.

15 Temmuz

Genar Araştırma Şirketi Başkanı İhsan Aktaş bir diğer seminerci idi. Aktaş katılımcıları Türkiye’nin içinde bulunduğu durum hakkında bilgilendirdi. Millî Görüş hareketinin başlangıcından bu yana değişen Türkiye’deki İslamcılık anlayışını konu edindi. 15 Temmuz darbe girişiminin sonuçları ve bu sorunlu gecenin bertarafında etkili olan unsurları da seminerinde ayrıca işledi. Bu darbe girişiminin bertaraf edilmesi ile Türkiye’de oluşan millî birlik havasının nasıl muhafaza edilmesi gerektiğini vurguladı. Darbenin bir fırsata dönüştürlümesinin Türkiye için hayati bir önem arz ettiğini belirten Aktaş, bu fırsatların iyi değerlendirebildiği takdirde Türkiye’nin bölgedeki rolünün daha da güçleneceğini aktardı.

 Sömürgecilik

ATCOSS Kurucusu ve Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ahmet Uysal yeni Ortadoğu ve tarihi hakkında katılımcılara seminer verdi. İslam coğrafyasının tarihinde önemli rol olan sömürgeden bahsederek, sömürgecilerin bilinçli bir şekilde Orta Doğu’yu fakirleştirip ve cahil bıraktıklarını anlattı. Sömürgenin büyük bir döneminin Mekke ve Medine’yi de almaya çalışan Portekizliler tarafından, ardından da İspanyollar tarafından sürdürüldüğünü ve böylece haçlı ruhunun canlandırıldığını ifade etti.

Modern Türkiye

Sosyolog Mahmut Hakkı Akın kampa katılan öğrencilere iki ders sundu. İlk dersinde Türkiye’nin modernleşmesini konu edinen Akın, Türkiye’deki modernleşme girişiminin 18. yüzyıla dayandığını belirtti. Türkiye’de bir devlet aklının olduğuna ve bunun muhalefet kabul etmediğine vurgu yaptı, öyle ki kendi iktidarı için muhalefetin yok edildiğini anlattı. Bu nedenle Siyasetname’de Nizamülmülk tarafından “vezirine değil, oğluna dikkat et” denildiğini aktardı. Akın Avrupa’da modernliğin burjuvazi tarafından gerçekleştirilmesinin aksine, Türkiye’de modernleşme çabalarının devlet tarafından dayatıldığına dikkat çekerek bunun için öğrencilerin yatılı eğitimini örnek gösterdi.

Öğrencilerin kendi toplumundan uzaklaştığını Şerif Mardin’in “Üniversiteye insan geldiğinde, kendi toplumuna tiksintiyle bakıyor.” sözleriyle açıklayan Akın şunları ifade etti: “Bu kopuşun örneklerini Nişantaşı, Beyoğlu, Taksim gibi semtler gösterir. 1947 yılında Türkiye’de en önemli tek bir konu vardı o da Türkiye’de cenaze yıkayacak adamın kalmaması idi. 1950’li yıllarda Türkiye Nato’ya girmek için demokratik adımlar attı. Bunun için Amerika’dan Marshall yardımı aldı. Akabinde Türkiye’de anne sütü zararlıdır propagandası yapıldı ve süt tozları satıldı.”

Aliya İzzetbegoviç

Mahmut Hakkı Akın ikinci dersinde hakkında kitap yazdığı Aliya İzzetbegoviç’i anlattı. Aliya’ya göre öncelikli sorunumuz insan olabilmektir. Felsefi açıdan rasyonel bir varlık olarak tanımlanan insan, farklı yorumlarda dili olması nedeniyle diğer canlılardan ayrılır. İzzetbegoviç’e göre ise insan özgür olması sebebiyle diğer varlıklardan kendisini ayırır. Özgürlüğü ise, yeri geldiğinde hazzın karşısında ızdırabı seçmek olarak açıklar. Örneğin oruç özgürlüktür. Tercihte bulunabilmektir özgürlük. Özgürlük ile birlikte sorumluluk ise ahlakı oluşturmaktadır. Aliya’ya göre insan krizine bağlı bir ahlak krizi mevcut.

Akın bu durumu Yusuf İslam’ın “İslam’ı Kur’an’dan değil, Müslümanlardan öğrenseydim Müslüman olmazdım.” sözü ile açıkladı. Bunun dışında Filistin için bile bir bütünlük sağlanamadığını, fakat ilk defa Bosna ile tüm Müslümanların bir araya geldiğini, bir birlik sağladığını beyan etti.

Modern bilimin getirdikleri

Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu ile modern bilimin ürettiklerine karşı ihtiyatlı tutumun gerekliliği konusu işlendi. “Bilim, verilerden birisidir ve saygı duyarız. Fakat bilimi tek rehber edinip ona tapmayız.” diyen Sofuoğlu bilimin ürettiği malumata karşı ihtiyatlı ve mesafeli olunması gerektiğini söyledi. Batı’da üretilen teknolojik gelişmelerden ve yeniliklerden istifade edilebileceğini vurgulayan Sofuğlu, sosyal ve ahlaki bilimlerde ise Batı’nın verebileceği pek bir şey olmadığını ve sadece istisnai hususlarda faydalanılabileceğini belirtti. Sosyal ilişkilerde Batı’da üretilenleri referans almak yerine nesilden nesile aktarılan ve İslam’ın özünü aksettiren ilkelerin benimsenmesi gerektiğini vurguladı.

Günümüzde bilimin mutlak bilgi otoritesi olarak addedilmesini ve bu sebepten dolayı ortaya koyduğu faraziye ve teorilere muhalif fikirlerin beyan edilememesini eleştiren Sofuoğlu, bunun yanında “Batı’yı körü körüne ve derinleşmeden sorgulamaktan sakınmalıyız.” dedi.

Batı’nın kurduğu bilimsel çerçeveden çıkılması ve İslam’a özgü bir bilimsel çerçeve oluşturulması gerektiği kanaatinde olan Sofuoğlu “Kendimizi eksik ve yetersiz görme psikolojisinden kurtulmalıyız.” şeklinde konuştu.

Ekonomi

Kampın dokuzuncu gününde Doç. Dr. İbrahim Güran Yumuşak, Türkiye’nin ekonomik gelişimine dair katılımcılara kısa bir kesit sundu. “Türkiye Avrupa ile ekonomik ilişkilerinde derin bir tarihe sahip.” diyerek dersine başlayan Yumuşak Osmanlı ekonomisinin yapısı ile devam etti: “Osmanlı ekonomisin amacı içeriden üretimi teşvik edip, ihracatı çoğaltmak ve fiyatları düşük tutup sermayeyi tabana yaymaktır. Avrupa’da sanayi devrimi ile üretimin kolaylaşması ve ucuzlaşması Osmanlı ekonomisine negatif yansıdı. Uzun zaman kapitalizme direnen Osmanlı 1920’de kapitalist sisteme geçiş kararı alındı. Buradaki engel ise ticaret ve bankaların gayrimüslim azınlığın elinde olması idi. Osmanlı Bankası da İngilizlerle kurulan bir banka, bir Merkez Bankası yok o zamana kadar. 1930’da Merkez Bankası kuruldu ve 1932’de ilk banknot basıldı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye ekonomisinin Batılaşması ile birlikte Avrupa Birliği üyeliği serüveni başlıyor. Menderes döneminde milli gelir %4 artıyor ve ilk defa köyden kente geçiş başlıyor bununla birlikte gece kondu problemi de başlamış oluyor. Türkiye memorandum ilan ediyor, bağımlılıktan kurtulmak içim planlar hazırlanıyor fakat daha çok bağlı hâle geliyor. Nedeni ithalata ihtiyaç olduğu için. Tek ihracat yapılan ürünler pamuk, tütün ve incir. Türkiye yetmiş cent’e muhtaçtı. Dünyada Keynes’in ‘Ekonomi kötüye gidiyorsa devlet müdahale etsin.’ görüşü seksenlere kadar hâkimdi. 24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye uluslaralarası trenine bindi. Bu döviz fiyatını piyasa, faizleri de banka belirleyecek, devlet sadece kontrol edecek demekti. Burada en çok rol alan Turgut Özal’dır. 1994 ve 1999 ile iki kriz yaşandı. Birinci krizde giriş-geliş serbestliğinden kaynaklandı ve ikinci krizde tamamen duvara toslandı, çünkü bütün vergi gelirleri faiz borcunu karşılamadı. IMF ile bir istikrar programı geliştirildi ama siyasetteki istikrarsızlıktan dolayı uygulanamadı. Bugün ülkede ilk defa ‘Altını olan kuralı koyar.’ kuralına itiraz ediliyor.”

“Ruh hazinemizi korumalıyız.”

Kampın onuncu gününde katılımcılar Doç.Dr.Yusuf Kaplan ile bir araya geldiler. 15 Temmuz olaylarında şehit düşen insanları andıktan sonra, tekrar Özel Eğitimciler ile bir arada bulunmaktan duyduğu memnuniyeti dile getiren Yusuf Kaplan pek çok önemli konuya vurgu yaptığı konuşmasına başladı. Müslümanların günümüzde başka hiçbir toplumda bulunmayan, ruh hazinesine sahip olduğunu dile getiren Kaplan, bu hazineye sahip çıkmanın ve bilincinde olmanın ne kadar önemli ve ciddi olduğunu, bu bilinci sağlamada ve sahip çıkma görevini üstlenmede Özel Eğitim katılımcılarına büyük bir görev düştüğünü sözlerine ekledi. Müslümanların bu dünyaya var olmaya değil, hakikat ateşinde yanmaya geldini söyleyen Kaplan, bu hakikatin de farkında olunması gerektiğini vurguladı.

Bugüne kadar Müslümanların çektiği sıkıntıların İslam’ı tek vazgeçilmez olarak görmediklerinden kaynaklandığını söyleyen Yusuf Kaplan “Bizim tek vazgeçilmezimiz İslam olmalı, bunu sağlayınca birçok sıkıntı kendiliğinden ortadan kalkmış olacaktır.” diyerek sözlerine devam etti. Sözlerinin sonlarında Fussilet suresi 53. ayete değinen Kaplan, bu ayetin insanların bütün sorunlarını çözecek bir yol haritası olduğunu söyledi.

Gezi

Yoğun geçen seminerlerin sonunda hocalara katılımlarından ötürü teşekkür plaketi verilirken, kampın yapıldığı yer olan Çanakkale’nin de gezilmesi ihmal edilmedi. Üniversiteliler kampın beşinci gününde Gelibolu tarafına geçerek şehri gezdi. Kent Müzesi ile geziye başlayan gençler müzede Çanakkale tarihini anlatan ve yaşatan on bir sinema salonunu ziyaret ettikten sonra Haintepe’de geziye devam edildi. Gezi rehberi Bünyamin Naim Tonka buraya düşman tarafından ilk işgal edilen ve muharebeler boyunca bu tepeden yapılan top ve makinalı tüfek atışlarıyla devamlı zayiat verildiği için Haintepe isminin verildiğini söyleyerek sözlerine Asteğmen Muharrem gibi Korku Nehri’nden geçen unutulmuş kahramanlardan bahsederek devam etti. Conkbayırı’nı ve şehitliği kısa ziyaret ettikten sonra İngiliz Binbaşı Dick Doghty-Willie’nin mezarına gidildi. “Çanakkale’de vurulan Binbaşı aslında Osmanlı’nın yıkılış sebebidir.” diyen Tonka sözlerine Binbaşının sevgilisi Gertrude Bell’den bahsederek devam etti. Bell, Willie’nin ölümüyle beraber Osmanlı’ya karşı duyduğu kin ve öfkeden dolayı Osmanlı’yı yıkacağına dair yemin ediyor ve Orta Doğu’yu karıştırarak başarılı oluyor. Tonka tarihin bilinmesi ve bilinçlenip yeniden kalkınılması gerektiğini söyleyerek, şu dört madde üzerinde vurgu yaptı: “Türkiye’de üniversite sayısı artmalı, üniversiteliler kalemini bilinçli şekilde akademik çalışmalar için kullanmalı, gelecek nesiller sağlam bir eğitimden geçirilmeli ve en önemlisi 4-K sorunu, yani Kıbrıs, Kırım, Kosova ve Karabağ’ı sorunlarını çözmemiz gerekli.”

Bu önemli ve manidar mekânın ardından 26. Alay ve Yahya Çavuş Şehitliği ziyaret edildi. Çanakkale tarihinin önemli kahramanlarından olan Ezineli Yahya Çavuş hakkında rehber Tonka katılımcıları bilgilendirdi. Ardından İngiliz mezarlıklarına gidildi. Tonka maalesef kendi şehitlerimizin nerede oldukları belirsizken, İngilizlerin Çanakkale topraklarında mezarlıkları olduğunu üzülerek belirtti. Gezi Çanakkale Şehitlik Abidesini ziyaret edilerek sonlandırıldı.

PHP Code Snippets Powered By : XYZScripts.com